30 Aralık 2012 Pazar

"Bir aşk tarifidir; seni sevmek.."
"Oğlumuz olursa adı Can olsun.. Can.. Can'ımız.. Bizim Can'ımız.. Can'ımız dan parçamız.."
"Hadi gel seninle bir oyun oynayalım. Aşkımızı, sevgimizi, umutlarımızı hayallerimizi, sevincimizi, üzüntümüzü, neşemizi bir halka yapıp, parmağımıza takalım."

Misafir

"En değerli misafirim.. Bugün bıraktığın anılarınla boğuşuyorum odamda. Sen düzenlemişsin her tarafı, her taraf sen kokuyor, sen var gibisin aslında. Ya da ben senin hayalinle süsledim her tarafı.. Son nefesleri vereceğimiz güne kadar kalamadın.. Oysa tahminimce otuz sene kalmıştı benim son nefesime.. Bir yaşam vaad ettim ben sana, bu evin içinde.. Kabul etmiştin. Meğer sen bu izbe evin penceresinden bakıyormuşsun.. Ben seni elimden geldiğince ağırlamaya çalıştım, yapamamışım. Bazen bu evi talan etmişiz o saçma sapan kavgalarla. Hala kırık dünlerin etkisi var yarınlarda. Sen bu evin karanlığıyla baş edemedin sevgilim. Bense o karanlığın en ücra köşesinde yaşıyorum şimdi. Bavulunu toplamış misafirin ayaklarına kapanmak değer mi ? Kapıları kilitlemeli mi, bir yere kaçmasın diye sevgili. Bu evi yıkma sevgilim, ben burda yaşıyorum, ben burdayım hep, hep seni bekliyorum kapılar pencereler açık duvarlar yıkık, ama yine ışık yok sen olmadıkça.. Hala karanlık.. Dışarı çok korkunç sevgilim gitme.. Gitme, seni izlemek zor başka evlerin içinde, başka düzenlerle, başka sevgilerde, başka dudaklarda; sen başkalaştıkça.. Seni kimse almadı benden ama alıcaklı gözler var etrafta. Senin kalbin yabancılaştı şimdi insanlara.. Ama biliyorum tanıdık birisi çıkacak o insanlar arasından. Seni benden kimse almadı ama beni benden sen aldın be sevgilim. İşine yaramam bırak beni. Bırak kırılmış kalbimi, bırak umutlarımı, bırak gülücüklerimi, bırak yalan tebessümlerimi, beni yalnız bırak bu evde ama sende ol içinde.. Ben bu aşk sorumluluğunu üstlenemedim. Her şeyden çok sevmek yeterli olmuyormuş demek, bilemedim. Gitmeni kabullenmeyi bilemedim, hayatımı kaçırdın, o yüzden tadını çıkarmayı bilemedim. Bu evi kendim yıkmayı bilemedim, başka evlerde senin mutluluğun dediler taşınmayı bilemedim, en mutsuz olduğum anlarda sen olmadıkça ağlamayı bilemedim, en gülünç esprilere kahkahalar atarken içten gülmeyi bilemedim.. Şimdi tek bildiğim, dışarıya baktığım pencerelerden seni izlemek.. Ya gel bu eve yeniden, ya da git bu mahalleden. Penceremdeki manzara olma, gözümdeki yaşlar olarak karış yağmurlara. Terk et bedenimi  ben terk etmeden. Benim yarınım ol, umudum değil. Gelirsen de hiç gitme, benimle paylaş bu evi ve arkadaşım ol; misafirim değil.."
"İnsanın kırışıklıkları yaşlılıktan değil; acıdan.."

29 Aralık 2012 Cumartesi

"İyi ki sevmişim demek varken, keşke sevmeseydim demek istemiyorum. Lütfen bana keşke'leri kullandırtma."

28 Aralık 2012 Cuma

İlk sigaram bile tatsızdı, sensiiz olmaaaz.


90lar iyii kii varrr

Hey benim paşa gönlüm, yılları çürüttün mü, bunca zaman sonra, kendini büyüttün mü ?


"Ve aşk; uyandığınızda başucunuzda size bakan birisinin olmasıdır.."

26 Aralık 2012 Çarşamba

"Bugünlerde seni unutmak için elimden geleni yapıyorum.. Artık rüyalarımdan da çıkmalısın.."

24 Aralık 2012 Pazartesi

"Sen başa bela dilber, her derde deva esmer.."
"Sonsuzlukta kaybolup, karanlık sessizlikle bütünleştim.."
"Seninle biraz vakit geçirmek istiyorum, şöyle 30-40 yıl kadar.."

Dokunma..

Zor değil zor değil, seviyorum seni derken bana, özür dilemeek..


"Kafamı çevirdiğim her yerde yüzünü, dinlediğim her şeyde sesini arıyorken; bana senden uzak durmamı söyleme. Lütfen.."
"Özlemek sadece, yedi harf ve üç heceden oluşan bir şey değil. Özlemek başlı başına bir his. Başlı başına bir hasret. Başlı başına bir yalnızlık."
"Bunca yaptığından sonra seni vurmam gerekiyordu dimi ? Vurdum.. Birçok kez.. Rüyalarımda..."
"İnsan ruhunun yarası dikiş tutmaz. Aynı zamanda ruhun yarası, bedeninkinden daha etkilidir; daha ıstırap verici. Bu acı o kadar güçlüdür ki, insan başka dünyalara dönüp bakamaz bile. İstese bile yapamaz bunu."

                                                                     Ahmet Ümit-İstanbul Hatırası
"Sen delilik kavramına büyük bir çekicilik katıyorsun..."
"Sen benimdin. Ben senindim. Ama en önemlisi biz'dik."

Ful Yaprakları..

"Ben Romeo'nun, Juliet'i tanıdığından daha fazla tanıyorum seni... Sende beni... Juliet'in Romeo'yu, Ophelia'nın Hamlet'i, Eva Braun'un Hitler'i, Diana'nın Charles'ı tanıdığından daha fazla tanıyorsun... Bütün aşıklar gibi sıra ölüme geldiğinde, aşkımızla ilgili yazılı bir belge olmayacak belki... Ama ben, iki sevgiliye yaraşan en güzel ölümü buldum... Siyanür dolu bir küvete girmeliyiz önce, ya da baldıran otu. Evet, bu daha iyi... Siyanür derimizden içeri girebilir, ve de vaktinden önce öldürebilir bizi... En iyisi baldıran otuyla kaynatılmış köpüklü su, üzerinde ful yaprakları... Binlerce yaprak... Önce o suya girip yıkanmalıyız... Saatlerce... Sadece dokunmalıyız birbirimize... Ellerimizle, saçlarımızı okşamalıyız... Sonra çıkmalıyız köpüklerin ve ful yaprakların arasından... Gözlerimiz kapalı, kokularımız ciğerlerimizde, tenimiz, terimiz ve baldıran otlu vücutlarımız birbirine karışmış dakikalarca sevişmeliyiz... Wagner çalmalı oda da... Faust bizi izlemeli perdenin kenarından, sessizce... Şşşt... Gerçek aşkları göze alamadık... Ölüme bile atlayamadık gerçek aşklarımız için... Oysa, nedir ki ölüm ? Hiç değilse düşlerimizde ki aşklar için yapmalıydık bunu... Yok olsak bile adresimiz belli olmalıydı bu saçma sapan boşlukta... Ve gün ağırınca, önce kapıyı çalacaklar... Meraklılar kıracaklar kapıyı... Sonra da ne yazık ki, iki ayrı beden bulacaklar içeride... İki baş, dört kol, dört bacak... Ve birbirine sırtını dönmüş, iki yürek..."

                                                                                             Civan Canova

23 Aralık 2012 Pazar

22 Aralık 2012 Cumartesi

İsterim sende benden vazgeçeme, gidip gidip dön asla; terkedeme.


21 Aralık 2012 Cuma

Hatırla Sevgili laylalala

Hayatınızda unutamayacağınız diziler vardır. Konusuyla, karakterleriyle, müzikleriyle kısacası her şeyiyle. Benimde var herkes gibi. Eminim çoğunuz biliyordur, belki benim gibi hastası olanlar bile vardır. İşte benim dizim; Hatırla Sevgili !


Ah Yasemin'im yaa. Bu kızcağızın kaderi hiç istediği gibi olmadı. İlk önce Ahmet'in oldu, sonra ayrılmak zorunda kaldılar. (Yasemin'le Ahmet'in çok saygıdeğer annelerini çok saygıyla anıyorum bu konuda.) Necdet'te Yasemin aşkıyla ölüyordu. Tabii Yasemin'le Ahmet hem ayrılıp, üstüne üstlük Yasemin'im hamile kalınca Necdet'le formaliteden bir evlilik yaptılar. Ahmet'te bunu öğrenince kendini bir çeşit cezalandırdı Kıbrısçık diye bir yere gitti. Bir kaç ay sonra Sevim'le Mehmet gazetelerinde yazdıkları bir yazıdan dolayı içeri girince Ahmet hem ziyaret, hem halasını görmek amacıyla İstanbul'a gelince ceza evinde Yasemin'le karşılaştılar ve ondan sonra olay koptu zaten. :( Bknz;

Ah Yasemin'im nasılda saklamaya çalıştı karnını, Ahmet'im o nasılda içten ağlamadır öyle. :( Birbirlerine sonunda kavuştular belki kabul ama birbirlerine en ihtiyaç duydukları zamanlarda birbirlerinden ayrıydılar.


Birde dizimizde birbirlerine aşık başka bir çiftimiz daha vardı. Defne ile Deniz. Onların ki en güzel, en büyük devrim aşkıydı. :) Onların sonu Yasemin'le Ahmet kadar iyi bitmedi gerçi ama olsun her şeyiyle güzeldii. :)

Bu dizinin başka sevdiğim bir şeyi varsa o da müzikleridir ! Böyle güzel böyle anlamlı müzikler olamaz. Böyle anlamlı melodiler bir de.

Kapansın yarası şu gecenin, ayrılıklar örtsün üstümü, kimim kimsemdi ah gözlerin, gidecek yeri yok kimsenin..


Artık savrulup gitsen de rüzgara, ağla mazidir şimdi senin olan, yaralı yararlı yaralı kalbim, dokunduğun el yalan sakındığın gül yalan..


Hatırla sevgili o eski günleri çocuklar gibi, efkar mektubudur aşkın sözsüz okunur, yalan dünyam dört mevsimde bir bahar olur, varsın eller gönül yarası kapanır sansın, kabuğun altında sevgili sen kanayansın..


Seher yeli eser yırtar eteğini gülün, güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün, bu yıldızlı gökler ne zaman, başladı dönmeye, kimse bilmez, kimse bilmez..


Her şeyiyle Hatırla Sevgili'yi özledim..















Bir ılık gece gibi simsiyah bakışların..

Deli ettin beni sen, senin oldum artık ben, bayram etsin o gülen, simsiyah bakışlarıın..


"Çünkü aşk; cennetle cehennem arasındaydı. Araftaydı. Ne mutluluğa, ne yanmaya cesaretin vardı."
Saçma olan her şeyi, seviyorum.
"Bir karavanımız olsa mesela. Film izlesek, müzik dinlesek, gülsek, eğlensek ama ağlamasak. Sen benim saçlarımı okşarken ben uyusam. Rüyamda bizi görsem.. Fazla güzel olmaz mıydı ?"
"İçimde ölmek istemiyorum, sadece nefes almak için."
"Kokunu ezberleyene kadar sana sarılmak istiyorum. Sarılmak ve hiç bırakmamak. Sonsuza kadar.."
"Korkmuş ve yorgun vücumdumda ki titreyen her bir kemik; seni istiyor. Her tarafım biraz daha seni sevmek istiyor. Seni ölesiye, deliresiye sevmek."

Zerrin Özer için Kerim Tekiin..


Bir insan ancak bu kadar güzel anlatabilirdi.. 


Bildik ilişki kapılarına sığmayan, hepsinden bir parça barındıran, ama hiçbirini andırmayan bir ilişkiydi Kerim’le aramızdaki.
 Sevgili olduğumuzu düşündüler hep. Evet, bir sevgiliyi nasıl kıskanırsak öyle kıskanırdık birbirimizi, ama seks dürtüsü yoktu ilişkimizde. Cinselliğin ötesinde, bir sevgiydi aramızdaki.
 Eksik kalacağını bile bile bir de şöyle anlatmayı deneyeceğim: Bu dünyada henüz kurulmamış bir ilişki biçimi daha vardı sanki ve onu bulup yaşamıştık biz.

 Sevginin, aşkın, cinselliğin ya da dostluğun kişiye sağladığı doyumlar anlaşılabilir. Hiçbirine benzemeyen bu ilişkinin sağladığı doyumları nasıl anlatacağım
 Sigara yakacakken bile iki tane yakar, birini bana uzatırdı. Sevilmek mi bu Karşınızdakinin sizi en az kendisi kadar düşünmesi ya da
 Bu yanıtlara itiraz edemem elbette . Ama bu yanıtlarla yetinemem de.
 Yetinemeyişimin sırrı onu en çok ne zaman özlediğimde saklıdır belki de. Onu en çok riyakarlık ve sahtekarlıkla karşılaştığımızda özlüyorum.
 İçtenliği ve sahiciliği ilişkimizin odağına oturtunca, bir de şöyle düşünüyorum: Belki de ilişkimiz bilinmedik bir ilişki değildi. Ama bildik ilişki türlerinde inanmak isteyip de emin olamadığımız ne varsa, onunla birlikteyken hepsine inanmıştım. Sigara yakarken iki tane yakıyorsa, bu bir jest ya da flört değildi, beni gerçekten kendi canından saydığı içindi.

 Onu kendi kendime anarken kurduğum cümleler belki aramızdaki sevgiyi tanımlamak adına birer ipucu olabilir. "O BENSİZ BEN DE ONSUZ OLAMIYORDUK." diyorum mesela. Hemen ardından ekliyorum: "ONUNLA SEVGİLİ OLMADIĞIMIZ İÇİN O KADAR TEMİZ VE DEĞERLİYDİ BELKİ DE İLİŞKİMİZ. MEVLEVİ BİR ŞEYDİ ARAMIZDAKİ. İÇİNDE NE SEKS DÜRTÜSÜ VARDI NE DE MENFAAT."
 Bu cümleler, yaşanmasa da yüreğin bir yerinde tetikte beklemiş kuşkulara götürüyor beni. Seksin ilişkilerdeki önemini hiçbir zaman inkar etmedim. Ama neden menfaatle yan yana getiriyorum seksi İkisi hiçbir ilişkimde birbirine karışmadı. Kendimden ne kadar eminsem karşı taraftan da o kadar emin oldum. Ama sevdiğim insanlardan, kurduğum ilişkilerden bağımsız bir biçimde bu türden bir korku ya da kuşku duymuşum demek ki. Ve bu ezeli korkumu ya da kuşkumu yenen tek kişi Kerim olmuş belki de.

 İlişkimizin sıradan bir tanışmayla başlamış olamayacağı çoktan anlaşılmıştır sanıyorum. sıra dışıydı, çünkü yine sahiciydi.
 Yüzlerce insanla tanışıyorsunuz ama sadece bazılarını seçip katıyorsunuz hayatınıza. Bu bile ilişkileri sıradışı kılmaya yeter bence. Kerim!i stüdyoya vokal için geldiğinde tanımıştım…. sıra dışılığı ve sahiciliği bir araya getiren şey şuydu: Onu görür görmez bağrıma basmıştım adeta.


 Tuhaf bir benzerlik vardı aramızda. O da bu meslekten çok şikayetçiydi.
 Sanatçının duygusal olması gerektiğine inandım hep. Ama duygusal olan sanatçının ezildiğine tanık oldum sürekli. Bu karmaşayı o da yaşıyordu.


 Arada bir küserdik. Üç beş saatte biten, bir gün bile sürmeyen küskünlükler…. Yine bir şey için birbirimize darıldığımız bir gün yardımcımı arayıp "SÖYLE ZERRİN’E MİNÜBÜS ALDIM, İLK ONUN BİNMESİ LAZIM !" demişti.


 Onunla Hollywood’a gitmeyi hayal ediyorduk. Antonio Banderas’ın yıldızının parladığı dönemdi. "O ADAM MEŞHUR OLDUYSA KERİM ÇOK DAHA RAHAT MEŞHUR OLUR." diye düşünüyordum. Oyunculuk dersleri alacaktı, ‘MENAJERLİĞİNİ BEN YAPARIM." diyordum. İnanmaktan hiçbir zaman korkmadım. Hiçbir şeyin imkansızlığına inanmadım. Ölüme çare bulmak dışında.

 Kerim istemeseydi o turneye çıkmayacaktım. Yok yere uygulanan kortizon tedavisinden yeni kurtulmuştum. Ağrılarım devam ediyordu, çok bitkindim .
 Bir Fidan Sizden Bin Fidan Bizden adıyla düzenlenen bir konser serisiydi. Teklif geldiğinde kabul edememiştim önce Kerim : "SEN GİDERSEN GİDERİM." demişti.
 Muhteşem bir ekiptik; Alişan, Ercan Turgut, yıllarca bana vokalistlik yapmış olan canım Reyhan’ım (Karaca) ve Seçil de bizimle birlikteydi. Kahkahalarla geçmişti yolculuğumuz . Fıkra üstüne fıkra anlatılmıştı. Turne otobüsünün en arkasında sedyeyi andıran bir yatak hazırlamışlardı benim için. Ağrılarım yüzünden. Rahat edeyim diye…

 Kerim çok aşıktı. Sevda’ydı sevgilisinin adı. "ZERRİN BEN BÖYLE AŞK GÖRMEDİM; O SANKİ BENİM ÖLÜMÜM." demişti bir keresinde. Kız arkadaşıyla arasında aşamadıkları sorunlar vardı. Kerim teklif etmişti; gelip bizimle birlikte kalabilirdi ama o hem gelmiyor hem de kıskanıp yanına çağırıyordu Kerim’i sürekli. Tanışmamıştık daha, Kerim’le telefonda konuşurken o bana selam söylüyordu ben de ona…..


 Uzun bir turneydi, şehir şehir dolaşıyorduk. Bir gün biz çıkıyorduk bir gün Alişanlar. Üçüncü gün başka bi şehre geçiyorduk. Biraz dinlenelim diye araya iki gün izin koymuşlardı. Hep beraber İstanbul’a dönecektik. Ama Kerim bekleyemedi…
 İstanbul’a döneceğini söylediği gece olağanüstüydü sahnede. Artık gerçek bir yorumcu olduğunu düşünüp sevinmiştim seyrederken. "NASILDIM ?" diye sormuştu sahneden indiğinde, "HARİKAYDIN !" deyip sarılmıştım…..
 Otele döndüğümü hafif bir şeyler istemiştik yemek için. O sırada Ahmet Kaya’nın "Giderim" adlı şarkısı çalmaya başladı. İlk kez dinliyordum. Kerim benden önce keşfetmişti o şarkıyı. "DİNLE BAK ZERRİN, BU ŞARKI SANKİ BENİ ANLATIYOR, BANA YAZILMIŞ GİBİ." dedi.
 Hızlı hızlı konuşurdu. Konuyu değiştirip "YARIN İSTANBUL’A DÖNÜYORUM, NE OLURSA OLSUN SENDE GEL, SENSİZ GİTMEM." dedi. Neyle gideceğini sordum. Turneyi düzenleyen Zekeriya beyin arabasını alacağını söyleyince "YOK." dedim, "ARABADA RAHAT EDEMEM. YATAKTA GİDİYORUM BİLİYORSUN. ZATEN GECE HEP BİRLİKTE DÖNECEĞİZ. SEN DE GİTME, BEKLE BERABER ÇIKALIM YOLA."
 Minibüsünü getirtmeyi teklif etti, yine "HAYIR."  dedim. Daha fazla ısrar etmedi.


 Sonradan "NEDEN YEMİN ETTİRMEDİM ?" diye çok üzüldüm. Gitmeyecek sanmıştım. Gitmesini istememiştim. Yardımcıma "ABLANA SÖYLEME SAKIN, ENDİŞELENİR ŞİMDİ. İSTANBUL'A VARINCA BEN ONU ARARIM." demiş.


 Arkadaşının düğünü vardı, ama yola erken çıkmak istemesinin nedeni sevgilisini görmekti. Israrlarına, kendisini boyuna İstanbul’a çağırışına karşı koyamamıştı.


 O gün akşama doğru içime dayanılmaz bir sıkıntı çöktü. Boğulacak gibi oldum. Asistanımdan Xanax istedim sakinleşmek için.
 O sırada kapı vuruldu. Bir an kapının üstündeki saate kaydı gözüm; tam yediye on vardı.
 Otel görevlisiydi gelen. Elinde büyük bir defter vardı. Otellerinde kalan sanatçılara ve politikacılara hatıra yazıları yazdırdıklarını söyleyip, benden rica etti….. Defteri açtığımda son sayfaya Kerimin yazdığını gördüm ve içimden şöyle bir ses yükseldi: "BİR GÜN BİZ OLMAYACAĞIZ. BU SATIRLAR BİR ANI OLARAK KALACAK. NE OLUR SANA BİR ŞEY OLMASIN…"
 Meğer ben bunları düşünürken o ruhunu teslim ediyormuş. Kaza saatini söylediklerinde, vurulan bir oda kapısı gelmişti gözümün önüne önce. Sonrada kapının üstündeki o saat…

 Menajeri Halis’le çıkıyorlar yola. İki kere geri dönüyorlar. İlkinde Halis çantasını, ikincisinde Kerim telefonunu otelde unuttuğu için. Yolda mıcırlar varmış. En fazla 40 km hızla gitmiş olabilirler. Ama karşılarına bir kamyon çıkıyor..



 Saat sekiz-dokuz civarında Reyhan'la Seçil geldiler odama Valiliğe haber verip, aşağıya ambulans bile getirtmişler ne hale gelebileceğimi tahmin edip. Beni inandıra bilselerdi İstanbul’da söyleyeceklerdi herhalde. "SES TESİSATI PATLAMIŞ, KONSER İPTAL OLDU." dediler. Ne kadar saklamak isteseler de, çok kötü bir şey olduğu yüzlerinden okunuyordu. Birden sabahtan beri Kerim’in ortalarda hiç görünmediği geldi aklıma. "YALAN SÖYLÜYORSUNUZ,." dedim. "KERİME BİR ŞEY OLDU !"

 Gerisini hatırlamıyorum.
 Aynı gün yola çıktık… Kerim önde biz arkada… Çok zordu….
 Kız arkadaşı da gelmişti. Aynı babamın ölümünde anneme yaptığım gibi, kendimi durduramayıp, "SEN MİYDİN ŞU MEŞHUR SEVDA ! SANA GELİYORDU !" dedim.
 Kerim’in annesi Handan Hanım "OĞLUMUZU UNUTTURMA." dedi cenazede.
 Eğer annesi rica etmeseydi kesinlikle albümüme alamazdım Kerim’in şarkısını. İnsanları herhangi bir şekilde rahatsız etmekten ömrümce kaçındım.
 ‘BİR ZERRİN ÖZER ARŞİV’inin sadece kendi şarkılarımdan oluşması daha doğruyken, o kadar güzel, o kadar onurlandırıcı bir ricayı erteleyemedim. Daha önce yapılan Zeki Müren-Muazzez Abacı düeti çok eleştirilmişti. Stüdyoya girdiğimde "SADECE VOKAL YAPACAĞIM KERİM'E BEN ONUN SESİNE UYACAĞIM, ORJİNALİNİ DEĞİŞTİRMEYİN SAKIN." dedim. O söyledi ben ağladım, o söyledi ben ağladım.



 Bir sonraki albüm için başka bir şarkısına vokal yaptım. Ama ailesi "ÇOK ÜZÜLÜYORUZ." diyerek izin vermedi.
 Aslında bir önceki albümden sonra ailesine bir hediye sunmam gerekiyordu. Yapamadım çünkü o albümden beş kuruş kazanamamıştım.
 Vefatından sonraki aylarda başka bir tatsızlık daha yaşamıştık. Ailesi Kerim’in adının bir sokağa yada parka verilmesini çok istediklerini söylemişti. Bakırköy Belediyesi’ne gidip rica ettiğimde anlayışla karşılamış, hemen beş altı yer göstermişlerdi. Tam meydan da muhteşem bir bulvar vardı, beğenilmeyecek gibi değildi, "ORASINI SEÇERLER HERHALDE." diye düşünmüştüm. Ama belediyeden arayıp ailesini hiçbir yeri beğenmediğini söylediler. Yer seçme konusunda bir iki kere daha bu türden şeyler yaşandı, yine telefon açıp haber verdiler belediyeden. En sonda "RİCA EDİYORUM KENDİLERİ HALLETSİNLER SİZE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM." dedim.
 Bütün bunları albümlerimde Kerim Tekin şarkılarını bekleyipte şaşıranlara yanıt olsun diye yazdım. Yoksa Kerimi böyle dünyevi şeylerle bir arada anmayı hiç istemiyorum.


 Ama yalana da hiç tahammülüm yok.
 Kitabımı bitirmek üzere olduğum şu günlerde sabah gazetesinin günaydın adlı ekinde sürmanşetten verilen ‘VEFASIZ ZERRİN’ haberi ile alt üst oldum Kerim'imin yere göğe sığdıramadığım, o kadar hassas olduğum sevgisini beni de işin içine karıştırıp alabildiğine kirletmişler. Kerim’in hayatını filme çektiren yapımcı güya bana aynı filmde rol teklif etmiş ve bende 5 dakikalık rol için kırk bin dolar istemişim ! Değil kırk bin dolar yüz milyon dolarda verseler bu kadar menfaat kokan bir projede yer almam. Kerim hakkında ciddi bir belgesel hazırlansa yada sevenlerinin bir projesi olsa zaten gönülden orada olurum. "TEKİNİN ARKASINDAN BU KADAR GÖZYAŞI DÖKEN ÖZER'İN BEŞ DAKİKALIK ROL İÇİN BÖYLE BİR ŞEY İSTEMESİNİ ANLAYAMADIM." dediği ileri sürülen yapımcı Ahmet Altınbaşak’ı hiç tanımıyorum. Bu söylenenleri uyduranları Allah karşıma çıkarmasın. Elimden bir kaza çıkabilir çünkü…

 Bazen Kerim bu kadar kirli bir dünyada olmadığı için sevinmek zorunda kalıyorum. Onun yüreği bu dünyanın düzeninin çok üstünde bir yerde çarpıyordu. Başka türlü o sahiciliğe ulaşamazdı.

 ‘Kar beyazdır Ölüm’ onun uçsuz bucaksız sahiciliğinin yürek yakan doruğudur. Bir çok sevenin sonradan bu şarkıda onun ölümünü bulduğunu sezebiliyorum...
            

20 Aralık 2012 Perşembe

Kar beyazdır ölümm

Kerim Tekin'i bilmeyen yoktur heralde. Hani şu çocukluğumuzdan beri ağzımızda geveleyip durduğumuz Kar beyazdır ölüm şarkısını söyleyen kişi. Hani eğlenerek kıvırtarak söylediğimiz Cici baba şarkısını söyleyen kişi. Erken yaşta öldükten sonra bile şarkıları hala söylenen Kerim Tekin. Bu gece kesinlikle Kerim Tekin havamdayım.


Bu kadar erken ölüm olunca Kar beyazdır ölüm diyemiyorum tabii ki. Hayatında daha yaşayacak o kadar çok şeyi varken, ailesi varken, onu sevenler varken. Onun böyle herkesi terk etmesi..


Hasret vuruyor gecenin koynunda anılar vuruyor göz yaşlarıma, çılgın bulutlar dönüyor başımda, uykusuz geceler kapımda, yıkılsa dünya kıyamet kopsa, yine de vazgeçmem, ölürüm derdimden, kar beyazdır ölüm ellerinden gülüm, yine yoksun diye, düşmanım her güne.

Off bee off yaşasaydın da kalitelii müziğii gösterseydinn herkese. Daha fazla bişi diyemicem harbiden.


Kerim Tekiin

Haykırsam dünyaya, aşkımı bir solukta, sende mi çekip gittin, bunu ben hak etmedim, hani sensiz bir hiçim demiştin ya ?


"Seni tanıdıktan sonra, kendimi tanıyamadım."

19 Aralık 2012 Çarşamba

Yine yeni yeniden yarıım. Bu şarkıdan vazgeçemiyorum bırakamıyorum n'olcak böyle bilmiyorumm..



"Beni merak et, kıskan, koru, özle, dinle, anla, sev, bana sinirlen ama kıyama, başkalarına bakma, sabaha kadar konuş benimle, uyuma, uyutma."

17 Aralık 2012 Pazartesi

I miss The O.C


Belki The O.C'yi bilenleriniz, izleyenleriniz vardır. Ya da 2003-2007 yılları arasında liseye giden tutkulu bir The O.C izleyicisi abiniz, ablanız vardır. Öncelikle çok güzel olduğunu, çok beğendiğimi, ve yaklaşık 4 sezonu 1.5 ay içerisinde bitirdiğimi söylemeliyim.




Bütün hikaye Ryan'ımın o salak abisini uyupta araba çalmasıyla başladı. Tabii abisi arabayı çalıp bir de üstüne üstlük arabayı çarptırıp yakalanınca doğal olarak kodesi boyladılar. İşte Ryan kodesi boylayıp hayatını bittiğinin düşündüğü an aslında hayatının yönü değişmiş olacaktır. Ryan Atwood'un avukatı Sandy Cohen Ryan'ıma sahip çıkar ve onun bir kaç gece misafir amacıyla evine O.C'ye yani Orange Country'e götürür. Daha sonra evlatılık olarak alır Cohen ailesi Ryan'ımı ama onlar ufak detaylar. Herkesin başta dışladığı bu çocuk, zamanla herkesin hayatını etkiler. Başta da Cooper ailesinin biricik güzeli ve The O.C'nin gözdesi Marissa Cooper'ı. :)

Ryan;
Seth'le kardeşten öte oldular.
Marissa'nın hayatının aşkıydı. Ryan'ın da öyle.
Hayatının aşkı Seth'i de böylece farketti Summer.

Anlayacağınız Ryan tek bir kişinin değil Orange Country'de ki herkesin hayatını etkiledi. :)

Bazen aşk Summer ile Seth'tir. :)



Ve bazen aşk Marissa ile Ryan'dır. :)



Ahh siz benim bebeklerime bakın ne de yakışıyorsunuz ya. Ham yapıp yicem harbideen. :))

Ve dizimizin unutulmaz efsanevi müziği California ! :)


California, here we come ! :) 

I miss The O.C, I miss California, I miss Marissa and Ryan, I miss Summer and Seth. :(

Haide kaaam hobaaaaaaaa

Yako mi deistvash şaleleleleley hobaaaa



16 Aralık 2012 Pazar

Gönlün şimdi başka yare mesken..

Yok bir sitemim hayatta her şey kısmet, soldu gençliğim ömrümü aşkla ziyan ettim, ağla gönlüm nasip değilmiş vuslat, rahat uyu yar sana hakkımı helal ettim..


"Artık özgürsün, gidebilirsin."

15 Aralık 2012 Cumartesi

"Balık kuşa aşık olabilir, peki ama yuvaları neresi olacak ?"

90'lar lalalalala

90'lar dan sonra bence her şey bitti.. 90'lar müziğin, oyunların, arkadaşlıkların, aşkların, huzurun, mutluluğun sonuydu. 2000'ler den sonra her şey değişti. Her önüne gelen müzik yapmaya başladı, bizim çocukluğumuzda yetindiğimiz logolar, yapbozlar çocuklar için sıkıcı şeyler olarak algılanmaya başladı. Dostluklar, aşklar çıkar ilişkisine döndü. Anlayacağınız 90'lar her şeyin son güzel şeylerini yaşadık..

Ve şimdii 90'lar..

Üç paket arka arkaya nasılda iyi giderdii :))

                                                                 
90'larda ki Hülya'ya, Demet'e, Nalan'a, Özcan'a, Mahsun'a da bakıın siiiz. Şimdi ki hallerinden eser yok :))


Nuri babamız ve meşhur gazozu vardı o zamanlarr :))


Arabasıyla, jestiyle, ayıyla kızların birinci gözdesiydi Musti'de :))


Bay evet-hayırımız vardıı eğlenirdiik :))


Herkesin bir katalitik sobası vardııı :))


Eminim ki çocukluğumuzun vazgeçilmeyen bir kaç oyunlarından bir tanesiydii :))


Birde güzelliğine laf edilmeyen erkeklerimizin gözdelerinden Rosalinda'mız vardıı :))


Ekmek gibi yediğimiz yumiyum'lar vardı. Çok lezzetliydiler ama o kadar yememiz doğal :(


Uslu bir çocuk olursanız belki şirinler'i görebilirsiniiiz :)) İtiraf etmeliyim Gargamel'le kedisini özledim :(


Biraz masum biraz çatlak Bedişimiz vardı :))


Bizler Barış Manço'nun 'Ayı' şarkısından Kerim Tekin'in 'Cici Baba' şarkısıyla büyümüş nesiliz :) Toprakları bol olsun..


Bana bir masal anlat baba içinde bütün oyunlarım, kurtla kuzu olsun, şekerle bal.. Ne güzeldi be..


Korkudan battaniyenin altına girerdik, uyuyamazdık, tuvalete ışıklar açık giderdikk :))


Ve son olarak da bizi hiç yalnız bırakmayan Cin Ali'miiz vardııı :)


Ve bu kadar güzel seneler olduğu için çok mutluyum. Bize bu kadar güzel şeyler kattığı için. Seni Seviyoruz 90'lar !




bu gece sadece eskileeer dinleniceek

Sonunda anladım senin aşkın bir fıkraymış..


gidenlerdeeen.

Gidenlerden bir tek seni bana ekledim, seni deli gibi bekledim gidenlerden..


hani biz bir bütündük su ile toprak gibiiii

Yazık oldu yarınlara, avunurum anılarla, hani nerde ümitlerim, hepsi sanki bir rüya..


eski 45'likler lalalalala

Bu günler geri gelmez gider gençliğiiiiin. Bu kadar güzel şarkılar olamaz..




"Özlemek kadar beter bir duygu yok. Dokunmak istersin, dokunamazsın. Öpmek istersin, öpemezsin. Gözlerine baka baka 'seni seviyorum' demek istersin, diyemezsin. Bu kadar beter lanet bir duygu işte, özlemek."

14 Aralık 2012 Cuma

"Eğer iki insanın birlikte olması gerekiyorsa, eninde sonunda birbirlerine dönmenin bir yolunu bulurlar."
"Aslında; seni asla bırakmayacağım, dediğin gün terk etmiştin beni. Sadece farkında değildin."
"Kelimelerimi tükettin. Sensizliğin içinde çaresizce kıvranırken birde kelimelerimi çaldın benden. Seni anlatacaktım, sensizliğin anlatacaklarımı bile tüketti.."
"El ele tutuşmakta ne ? Haşa ! Nefesim olmadan yüzüne bakmak bile bana haram."

13 Aralık 2012 Perşembe

"Çünkü birisi kalbimizi, gözümüze baka baka incittiğinde, en kötü işkencenin bu olduğunu biliriz."
” Bana hâlâ bi kahve borcun var. ismini bilmediğim bir caddenin cafesinde soğuyor kahvelerimiz.. “


Böyle rahatlatıcı bir melodiyle uyumak paha biçilmez.. Ne güzel şeysin sen ya ? İnsanı ne kadar da dinlendiriyorsun.. İyi geceler..


"Sadece beni sev. Beni seviyor musun ?"


"Konuşmaya ihtiyacım var. Biriyle değil; seninle.."

12 Aralık 2012 Çarşamba

Yarım aklım bir sana erdi, yarım kaldı sende olsun değerdiii

Bu şarkıya bayıldığım, hatta dinlerken kendimden geçtiğim, "her erkeğe böyle bir kabus lazım" dediğim, melodisinden sözlerine kadar aşık olduğum doğrudur. Böyle şarkılar bende bir türlü eskimiyor. Aşıksanız anlamlı bir şeyler arıyorsanız dinleyin derim. İyi dinlemelerr :))


Hayatına sokayım !

   Hayatının içinde önemli bir yere sahip olmak nasıl bir duygu acaba ? Günlerdir fazlasıyla bu soruya takığım. Hayatında olsaydım nasıl olurdu acaba ? Onunla ilgili sorunlarda nasıl söz sahibi olurdum acaba ? Acaba, acaba, acaba.

   Yani anlayacağın hep; seni, hayatını, birde o hayatın içinde olursam diye kendimi düşünüyorum. Seni seviyorum evet, içinde sen olduğun için, sen nefes aldığın için, gülüşünle içimi rahatlatan hayatını da seviyorum evet, ama sıra bana gelince sen hayatında olmama izin vermiyorsun. Belki çok güzel günler geçireceğiz, belki güzel günler göreceğiz, belki de güneşli günler göreceğiz ama sen buna izin vermiyorsun. Hayatını dışarıdan izlemek mecburiyetindeyim bu yüzden. Hayatını dışarıdan yaşıyorum. Sen görmeden seviyorum seni ama aslında hayatının içinden taa derinliklerinden seviyorum. Sadece yan yana geçerken alıyorum kokunu ama sanki yanı başında duruyorum. En önemlisi sen sevgiline sarılırken ben onu arkadaşın olarak görüyorum ! İkimizin hayatında ki bir arkadaş. Sana öylesine sarılıyor, öylesine eline dokunuyor, öylesine seni öpüyor ! Ve bunlar sindirmeye çalışıyorum. Kendimi tutmaya çalışıyorum, daha fazla belli etmemeye çalışıyorum ama ancak elimden bu kadarı geliyor.

   Düşünüce aleminden çıkıyorum. Ve biliyorum; senin hayatın, senin yaşamın, senin kararların, senin arkadaşların, senin sevgilin hepsini biliyorum. Ama; hayatına sokayım !! Hayatımı, lütfeen..

Bulgarca şarkılar aşktır lalalala


Son dört beş günümün favori şarkısı tam karşınıza gözlerinizin önüne iftiharla sunarım ! :) Bu arada doğma büyüme İstanbullu biri olaraktan aslen Bulgaristan göçmeniyim. Göçmen oluşumla da gurur duyarım ;) Bulgarca şarkılarım benim vazgeçilmezlerimdiir. (Çünkü hepsii çoook güzel napiim ?) Dinleyin gerçekten hareketleniceksiniiz ! :) İyi keyifli dinlemeleer :))




Shape of my heart..


shape of my heart.
hayatın fon müziği gibidir bu şarkı. uzuuuunn bi' süredir dinlemeseniz bile, ilk açtığınızda, sanki devam eden şarkının kendini tekrarlaması gibi olur. sürekliliği vardır. bazı nice şarkılara benzetilebilir bu yönüyle ama konu bu değil.
ve kimi filmler vardır. bu film elinizin altındadır. zaten o film sizindir ve mutlaka bi'gün izleyeceksinizdir. evet. evet bahsettiğim şey, tam düşündüğünüz olan şey. şey..
leon..
cd çantamı açtım. aslında filmin konusuna dair hiçbi' şey bilmiyordum. sadece adını ve çoğu kişinin profilini süsleyen o ufacık kız ve o yuvarlak camıyla hafif başını yukarı kaldırmış abiyi biliyordum. gülmeyin! jean reno olduğunu biliyordum tabii ki. neyse uzatmayım; film başladı...
ufak kıza aşinalığım vardı. fekat gözüm natalie portman'ı arıyordu. sonra sahneler ilerlerdi ve ufak kızın evine girildi. "acaba evdeki şu koca popolu kadınlar mıydı ki natalie? yoo değil."dedim. sonra hemen stop düğmesine bastım ve sözlüklerden birinde mathilda yazdım. karşıma direkt ta kendisi çıktı ve ne kadar geç kaldığımı bi' kez daha anladım. aslında film ya da kitap okumanın geç sayılabilir eylemler olduğunu düşünmüyorum. yani artık birisine "aaa sen bunu izlemedinnnnn miiiiiii??????" demiyorum. diyor muydum? evet. çünkü lanet olası beğendiğim bi' şeyi abartma hastalığım var. o şeyi ben sevmişsem diğerleriyle de paylaşmalı, onu sevdirecek kelimeler bulmalıydım. neyse..
play tuşuna tekrar bastım. mathilda'nın leon'un evine gelirken, hafif gözünü sağ tarafa çevirip, enkazı gördükten sonraki yürüyüşü ve leonun kapısını çalması.
1
2
3
huzur doğar. mathildamın yüzüne nur iner. leon'un kapıyı açmadan önceki mimikleri, jestleri. ah gözümün önünden gitmeyecek gibi.
profesyonel seri katilin çocuksuluğu, karşısındaki ufacık çocuğun olgunluğu/kadınlığı..
ve aşkı anlatıyordu mathilda:
mathilda : leon, sanırım bir şekilde sana aşık oluyorum.
bu başıma ilk gez geliyor, biliyor musun ?
leon : daha önce hiç aşık olmadıysan, bunun aşk olduğunu nerden biliyorsun ?
mathilda : çünkü hissediyorum.
leon : nerede ?
mathilda : karnımda. sıcacık. hep orada bir yumru olurdu. ama şimdi geçti.

aşk bi'çok kitapta, filmde, müzikte anlatıldı. ama aşka dair en samimi kelimeler o ufacık mathilda'nın ağzından dökülüyordu. samimiyet, sıcaklık, güven. bunlar değil miydi karşımızdaki kişiden aradığımız? mathilda bunu bulmuştu. ve ama leon da bulmuştu.*
ahh o nasıl bi' kahkahadır mathildam. ve leon. sen nasıl böylesine mimikler, jestler yaratabiliyorsun? bu nasıl bi' oyunculuk, bu nasıl bi' kendini veriştir ki? aman lokantadiler bi' şey demese bakışları, hafif utanma, hatta yerin dibine girmek için başlatılan çalışmalar. gözlerine bakamıyordu mathildasının. mathilda ise aşk sarhoşuydu.
ve aşkı toprağa kazır mathilda.
çünkü leon aşkı için ölüme gitmiştir. gözleri kapanırken, mathildaya kapıyı açtığı zamanki nur, bu sefer kendisine iner.
ve shape of my heart da biter. 

Sus mahvediceksin !

   Birisine “seni seviyorum” demek meğer en kötü şeymiş. Hakaret, ağır laflardan, küfürden bile kötüymüş. Her şeyi diyeceksin fakat “seni seviyorum” cümlesini kullanmayacakmışsın.
   Ben yaptım böyle bir aptallık. Gittim, “seni seviyorum” dedim. Demez olaydım. Sanki şuan bana karşı yaptığı tüm tavır ve davranışları ben ona o, cümleyi kullandığım için yapıyor sanıyorum. Belki de öyledir. Belki de; bana “seni seviyorum” dedi, bende ona selam vererek, yüzüne gülerek üzmeyeyim. Ama üzülüyorum, biliyorum çünkü başka birisini seviyor. Ve ben bunu böyle bir zamandayken söyledim. Gittim yanına ve dedim. Sonradan anladım birisine denilebilecek en kötü şey olduğunu. Berbat hissediyorum kendimi. Kendime engel olamadığım için. Tamamı ile başkasına ait olan bir insan, nasıl olurda bana “seni seviyorum” diyebilir ki ? Hangi akıl, mantığa sığıyor bu ?
   Ama o demek isteseydi bile ben dedirtmezdim. Kendi yaptığım aptallığın aynısını ona yaptırmazdım. Ne gerek var ki ? “Seni seviyorum” demeye kalktığında sustururdum; sus mahvediceksin !

11 Aralık 2012 Salı

Yazı yazmaak..

Yazılar benden bir şeyler verdiğinde anlamlaşır sanırım. Sizlere benden bir şeyler verdiğinde. İyi ya da kötü farketmez. Yazı da bir iletişim yoludur. Sırası geldiğinde, konuşmaktan bakışmaktan daha etkili bir yoldur. Yazı yazarken insan daha bir cesaretlenir. Bir cevap beklemeden yazarsın o yazıyı. İçini rahatlatmak, konuşarak anlatamayacağın şeyler vardır içinde. Belki de bilirsin kimsenin seni bir kağıt bir kalem kadar iyi anlayamayacağını. Bazen sayfalar dolusu yazarsın, bazen satırlar. Her kelimede cümlede senden anlamlar taşırlar. Bir insanın yazdıklarını okuyunca, yazıyı yazarken ki ruh halini anlayabilirsin. Gülüyor mu, ağlıyor mu, yoksa tamamen hayal kırıklığı içinde mi yazılmış hemen anlayabilirsin. En önemlisi de yazı yazarken; "yanlış anlaşılır mıyım acaba ?" korkusu olmaz içinde. Çünkü bir şeyleri birilerine anlatırken; çevrenizdekiler sizin açınızdan bakamıyor olaya ve hep kendi düşünmek istedikleri gibi düşünüyorlar. Sonuç itibariyle de; yazı yazmak her şeyden daha fazla içimizde gibi duruyor..

Zaman zaman dırırırm

Neler yapsam da kafa dağıtsam diye düşünürken, arkadaşlarında ısrarıyla blog açayım dedim. İyi mi ettim kötü mü ettim bilinmez.. Ama yazı yazarak bir şeyler paylaşarak rahatlamak şimdilik uygun bir yolmuş gibi gözüktü gözüme.. Zaman geçirmek, can sıkıntısını atmak için gayet iyi bence. Tabii gezmek tozmak, oralara buralara gitmek varken, kim böyle şeyler uğraşır bilmiyorum ya.. Tabii benim için gezmek tozmak; ablamla takılmak, dayılara, teyzelere, amcalara, halalara ziyaret gitmek olduğu için, gezmek tozmak bende bunlarla sınırlııı... Neyse anlaşılan o kii buralara artık daha çok uğrıcam.